Yönetmen: Erdem Tepegöz
Oyuncular: Jale Arıkan, Rüçhan Çalışkur, Remzi Pamukçu, Ergun Kuyucu, Dilay Demrok, Sencar Sağdıç
Senaryo: Erdem Tepegöz
Günümüz Türk Sineması kutuplara ayrılmış durumda. Bir yanda tamamen gişeye oynayan, hiçbir sanatsal ve estetik kaygı taşımayan, dizi sektörünün gazıyla kendini nimetten sayan kişiliksiz, ruhsuz filmler, diğer yandan
Nuri Bilge Ceylan,
Reha Erdem,
Zeki Demirkubuz,
Derviş Zaim gibi kendi tarzını oluşturmuş yönetmenlerin yapımları ve onların izinden gitmeye çalışan genç sinemacıların sadece festivallerde gösterim şansı bulan filmleri. Adı geçen isimlerin izinden gitmeye çalışırken bocalayan, ağırlaşan, taklit etmeye başlayan ve sönüp giden “festival filmleri”nin sayıları da ne yazık ki arttı. Bir süre sonra her şeyi bu usta yönetmenler gibi yapmaya şartlanmanın sonucu büyük bir “minimal dram çöplüğü” oluşmaya başladı. Daha tuhaf olan ise, bu filmlerden çoğu Türkiye sınırları içindeki festivallerde belli bir kesim tarafından baş tacı haline getirildi.
Erdem Tepegöz’ün yazıp yönettiği ilk film olan
Zerre’yi bu kötü filmlerden saymak haksızlık olsa da, konu ve işleyiş yönünden farklı ve çok özel bir film olduğu da pek söylenemez.
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi İlk Film, En İyi Yönetmen ve Sanat Yönetimi dallarında,
Moskova Film Festivali’nde de En İyi Film ve başrol oyuncusu
Jale Arıkan ile En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazanan
Zerre, bana göre yılın flaş yapımlarından
Gravity ile benzerlikler taşıyor. Şu an duyar gibi olduğum gülüşmelere rağmen bunu güldürmek için söylemiyorum. Zaten kötü bir espri olurdu. Nasıl ki
Alfonso Cuarón filmi süresi boyunca astronot
Ryan’ın uzay boşluğunda hayatta kalma mücadelesini izliyorsak,
Zerre’nin başından sonuna kadar da
Zeynep’in farklı bir boşlukta yerçekimine karşı verdiği mücadeleyi izliyoruz. Sadece bu anlamda bir paralellik kurmak yetmez. Biri uzayda, diğeri dünyada birer zerre kadar kalan bu kadınlar, bulundukları ortama ayak uydurmak, o ortamın şartlarının önlerine koyduğu seçenekleri çabucak değerlendirmek, olası hatalarıyla yüzleşmek zorundalar.
Ama bu değerlendirmeleri tamamen yabancısı olduğumuz uzay boşluğunda değil, acımasız büyükşehir ambiyansında yaptığımız için
Zerre bize daha yakın ve oradaki hayat kavgası daha tanıdık.
Zeynep bu mücadelesinde hasta kızı, yaşlı annesi ve iyi kalpli garson
Remzi sayesinde yalnız görünmese de, aslında onların
Zeynep’in hikayesindeki konumları çok da belirleyici değil. Hayatın koşturması içinde
Zeynep gibi iş bulmaya, geçimini sürdürmeye çalışan insanların yaşadıkları zorluklara aşina olanlarla yabancı olanları aynı ölçüde etkilemesi beklenmeyebilir. Belki
Zeynep’ten daha kötü durumda olan insanları duymuş, görmüş ve tanımışlığımız vardır.
Zerre’de tek amacı çalışıp geçinebilecek kadar para kazanmak olan
Zeynep’in yaşadığı ve ilerde karşılaşacağı güçlüklerin kestirilebilirliği, hatta geçmişte Yeşilçam’da farklı suretlere bürünmüş tanıdıklığı filmi zayıflatıyor kanımca.
Çalıştığı köhne atölyeden sebepsiz yere kovulan, kirasını ödeyemeyen, evsahibi tarafından sebebi sonradan anlaşılacak bir gerekçeyle tehdit edilen, lokanta artıklarını sefertasıyla evine götüren, hasta kızı ve annesinin geçiminden sorumlu olan, bu sorumluluk ve çaresizlik duyguları içinde İstanbul dışındaki bir fabrikada çalışmak üzere birkaç günlüğüne evden ayrılan, işgücü yetmiyormuş gibi kadınlığını da sömürmeye çalışanlara karşı dik durmaya çalışan
Zeynep’in yaşadıkları ne kadar gerçekçi olsa da, bu gerçeklik sinema filmi haline getirilecek kadar orijinal değil artık. Duygu sömürüsü suçlamasıyla da karşı karşıya kalınabilecek bu durum,
Erdem Tepegöz tarafından mümkün olduğunca dinamik hale getirilmeye çalışılmış. Üstelik bu tarzı nedeniyle bazı eleştirilerde haklı olarak
Dardenne kardeşler tarzına yakın bir üslup tutturabildiği belirtilmiş.
Tepegöz en azından bazı çağdaşları gibi minimal dram çekmek bahanesiyle her şeyi seyirciye bırakan uyuşuk ve kişiliksiz filmler çekenler kervanından biraz uzak durabilmiş. Yönetmen ayrıca yeryüzünde birer toz veya su zerresi olduğumuzun felsefi çağrışımlarını ekonomik bir sinema diliyle ifade edebilmiş.
Jale Arıkan da öyle en iyi kadın oyuncu seviyesinde olmasa da,
Zeynep karakterini başarıyla ete kemiğe büründürebilmiş.